UluslarArası Su Hukuku
Uluslararası Su Hukuku
Su Hukuku (Su Kaynakları Hukuku, Water Law, Water Resources Law) denildiğinde akla her ne kadar ‘‘Deniz Hukuku ve ilgili konu başlıkları’’ gelse de Su Hukuku nev’i şahsına münhasır; yeraltı ve yerüstündeki tatlı su kaynaklarının mülkiyeti, kullanımı, faydalanması, muhafaza edilmesi gibi hususların gözetildiği hukuk alanıdır.
Türk Hukuku’nda, Türk Medeni Kanunu başta olmak üzere; Anayasa (m.168), Sular Hakkında Kanun gibi çeşitli düzenlemeler yer almıştır. Su mülkiyetinin detaylı değerlendirilmeleri hususunda bilgi almak isteyen okurlar, Prof. Dr. Veysel BAŞPINAR tarafından hazırlanmış ilgili çalışmayı inceleyebilirler.
Bu yazıda, başta ülkemizin Fırat ve Dicle akarsuları olmak üzere, toplamda 27 adet suyolunu ilgilendiren ve bu hususlara ait ihtilafların çözümünde dayanak olan Birleşmiş Milletler Uluslararası Su Hukukunun Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Hukuku Konvansiyonu (Konvansiyon) 3. Bölümde düzenlenen iki adet ana prensibin temel açıklamalarına yer verilecektir.
1. Adil ve Makul Kullanım İlkesi
İlk prensip karşımıza adil ve makul kullanım ilkesi olarak çıkmaktadır. Konvansiyon 5. maddesi ilgili prensibi düzenlemeye kavuşturmuştur.
Madde 5
Adil ve Makul Kullanım ve Katılım
“1. Suyolu Ülkeleri, kendi bölgelerindeki uluslararası suyollarını adil ve makul bir ölçüde kullanırlar. Özellikle, uluslararası bir suyolu, suyolu ülkeleri, ilgili suyolu ülkelerinin çıkarlarını, su yolunun yeterli korunmasını göz önünde bulundurarak en uygun ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılarak yararlanılmalıdır.
2. Suyolu ülkeleri uluslararası suyolunun, kullanımı, geliştirilmesi ve korunmasına, adil ve makul bir şekilde katılım sağlamalıdır. Bu katılım, işbu Konvansiyonda sağlanıldığı üzere, suyolunun kullanılması ile korunması ve geliştirilmesi üzerine işbirliği sorumluluğunu içerisine dâhil etmektedir.”
Bu prensip her ülkenin uluslararası suyollarından adil ve makul yararlanma hakkını doğrulamaktadır. 1994 Tuna Komisyonu, 1995 Mekong Nehri Anlaşması veya Senegal Nehri Sözleşmesi gibi farklı hukuki enstrümanlar ile de doğrulanmıştır. Adil ve makul kullanım ilkesi yukarıdaki kaynakların yanında, uluslararası mahkeme kararlarına da konu olmuştur. Buna örnek olarak, Macaristan ve Slovakya arasındaki 1997 tarihli Gabcikovo-Nagymaro davası bulunmaktadır.
Uluslararası Adalet Divanı, adil ve makul kullanım hakkının genel tanımını yaparak, suyolu üzerindeki her ülkenin, adil ve makul kullanım hakkına haiz olduğunu belirledi. Lakin şunu belirtmekte fayda var ki, ülkenin uluslararası suyolundaki hakkının eşit olduğu anlamına gelmemektedir. Konvansiyonun 10. Maddesi, uluslararası bir suyolunda herhangi bir uyuşmazlık çıkması halinde, bir kullanım önceliği söz konusu olmayacaktır.
Konvansiyon, insanların hayati ihtiyaçlarına özellikle önem gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir.
2. Önemli Zarar Vermeme İlkesi
İkinci ilke ise, önemli zarar vermeme ilkesidir. Konvansiyon 7. Maddesi ilgili prensibi düzenlemeye kavuşturmuştur.
Madde 7:
1. Suyolu ülkeleri, suyolunu kullanırken, diğer suyolu ülkelerine önemli zarar gelmemesi için gerekli tüm önlemleri almalıdır.
2. Her halükar da başka bir suyolu ülkesine önemli zarar gelirse, bu zararı veren ülkeler, aralarında herhangi bir ilgili anlaşma bulunmadığı takdirde, 5. ve 6. Maddedeki düzenlemeleri göz önünde bulundurarak tüm gerekli önlemleri etkilenen ülke ile birlikte, ilgili zararın azaltılması veya yok edilmesi ve hatta gerekli görülürse tazminatın konuşulması için çalışır.
Bu ilke özellikle 1941 tarihli Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada arasındaki, “Trail Smelter” davasında hakem heyetinin vermiş olduğu kararda görülmektedir. Keza hakem heyeti bu husus üzerine çeşitli ilgili davaları (New York v. New Jersey 256 U.S. 296,309 – Georgia v. Tennessee Copper Company vb.) inceledikten sonra görüşünü şu şekilde belirtmiştir.
“Heyet, yukarıdaki kararları bir bütün olarak ele aldığında, sonuçları için yeterli bir temel oluşturarak, Amerika Birleşik Devletleri hukukunda olduğu gibi, Milletlerarası hukukun ilkeleri uyarınca da, hiçbir Devlet kendi bölgesindeki varlıkları, bir başka Devletin bölgesine veya buradaki kişilere veya bu insanların malvarlıklarına dumanlarla zarar verecek şekilde, ciddi sonuçlara yol açtığı görülmekle birlikte zarar açık ve inandırıcı kanıtlarla sabit olması ile birlikte kullanamaz veya kullanılmasına izin veremez.”
Keza, burada görülen açıklamaya benzer açıklamalar, İngiltere ve Arnavutluk arasındaki 1949 tarihli Korfu Boğazı Davasında ve hatta 1995 Nükleer Silahların Kullanımı ve Tehlikesi hakkında verilen tavsiyelerde de ele alınmıştır.
Günümüzde her geçen gün tatlı su kaynakları, önem kazanmaktadır. Türkiye’nin jeopolitik konumu gereği, hem doğu hem batı sınırındaki ülkeler ile oldukça fazla kaynak (daha önce belirttiğimiz üzere 27 farklı suyolu) paylaşılmaktadır. Bu kapsamda iki ilkenin anlaşılması, Uluslararası Su Hukuku’nun benimsenmesinin ve çalışmalar yapılmasının, hayati öneme haiz olduğunu göstermektedir.